Eğitim-Öğretime Tarihsel Bakış


EĞİTİM-ÖĞRETİME TARİHSEL BAKIŞ

Eğitim konusu, günümüzde daha önce görülmemiş ölçüde popüler bir konudur. Basından, akademik çevrelere, sanayi kuruluşlarından, aile toplantılarına kadar, temel gündem maddelerinden biri durumundadır. Bunun en önemli nedeni ; insan uygarlığının, hemen her alanda akıllara durgunluk verici bir gelişme içinde olmasına karşın, eğitim alanında tüm dünyada ciddi bir bunalımın yaşanmakta oluşudur.

Eğitimin organize edilmesi, tarihsel olarak, çatışan iki temel felsefi görüşte odaklanmıştır:

Birinci görüş, daha çok dini felsefeden kaynaklanır ve en güzel Jean-Jacques Rousseau tarafından kristalize edilmiştir. Buna göre, çocuk Tanrı'nın imajıdır. Doğduğunda mükemmel bir bilgedir. Onu tamamen kendi haline bırakıp sağlanan imkânlarla kendini nasıl geliştireceğini izlemek,büyüklerin yapacağı en iyi iştir. Bu görüş, eğitimi bir bilim olarak almayan, bir tür mistisizmdir.

İkinci görüş ise insan ve özellikle beyin fizyolojisi, psikoloji ve pedagoji gibi ilgili pek çok bilimsel veriye dayanır. Buna göre çocuk, belli genetik özelliklere, yeteneklere, yatkınlıklara sahip olarak temiz mazi (cleanslate) ile doğar. Öğrenme kapasitesine sahiptir, fakat dağarcığında henüz hiçbir anı, bilgi yoktur. Sahip olduğu "fizyolojik malzeme" bilgiyi, beceriyi alabilir hale getirilmelidir. İnsanca yaşamak, yani akıllı yaşamak, (anlamak, bilmek, düşünmek, hele hele doğru düşünmek) hep "kazanılan" şeylerdir. Bu kazanımlar ise, kendiliğinden değil, "sistematik" bir programla (müfredatla) mümkündür.

Eğitim tarihine dikkatle bakıldığında şu görülecektir: 20. yüzyıla kadar etkin olmuş ve bugünün uygarlığına en büyük katkıları yapmış büyük düşünürleri, bilim ve sanat insanlarını yetiştirmiş tüm iyi okulların ortak özelliği, sistematik yaklaşımı doğru değerler doğrultusunda uygulamalarıdır.

Türkiye' de ise, hemen hemen her eğitim modasının etkisini okullarımızda, Milli Eğitim kararlarında, tartışmalarda, panellerde izlemek mümkündür. Özel okulların yaygınlaşmasıyla , modaların Türkiye'de hayata geçmesi hızlanmış, hatta "kraldan da kralcı" okullar sahneyi doldurmaya koyulmuştur.

Ülkemizde Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana kurumsallaşmış bir eğitim-öğretim politikasının olmayışı ve "öğretmen yetiştiren kurumlar" ın kapatılması, eğitimin tamamen soluksuz kalmasına neden olmuştur.

Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk'ün "Muallimler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır." sözüne rağmen "Öğretmen yetiştiren okullara gerek yoktur; çünkü öğretmenlik askerlik gibi, özel olarak yetiştirilmeyi gerektiren bir meslek değildir." düşüncesi topluma kabul ettirilmeye çalışılmıştır. Yazık!

İşte bugün , uygar dünyanın eğitimde kavraması gereken gerçek burada: Her karmaşık üretim sürecinde olduğu gibi, yetişkin insana ulaşabilmekte de tavizsiz ve titiz bir sistemin yokluğu, günümüzdeki sorunların kaynağıdır. Sistematik, programlı eğitim, daha önce bazı yanlış ellerde kullanıldı diye bu gerçeğe küsemeyiz. Eğitimde çok önemli bir incelik daha var ki o da; her bir çocuk değişik ve dinamik bir canlıdır ve onun doğasına aykırı her işlem hem ona hem de topluma zarar verir. Özetle ve kabaca, işin doğrusu; ne öğreteceğimizi çocuklar değil, biz büyükler özenle planlayacağız, programlayacağız. Bütün bunları, çocuklarımızın isteyerek öğrenip hazmetmeleri için de, bilimin ışığı altında onlara en uygun ortamı hazırlayacağız. Çocuklarımızı; zihin, beden, duygu alanında yetiştireceğiz. Onlar ne otoriter rejimlerin istediği neferler ne de şimdiki "serbest" eğitim anlayışının kaçınılmaz ürünü, değer düşmanı nihilistler olacaklar. Çocuklarımızın MUTLU ve YARARLI bireyler olmalarını sağlayacağız; bu, yaşamsal bir zorunluluktur!

Her köşede bir özel okulun açıldığı bu günlerde, EROL ALTACA OKULLARI'nın seçkin varlığı, sadece Türkiye eğitim camiası için değil, küresel eğitim topluluğu için de çok önemli bir haberdir.